TÜRKÇÜLÜK, İSLAMCILIK, BATICILIK VE SOSYALİZMİN GELECEK TASARIMLARI. - YUSUF YAVUZYILMAZ

TÜRKÇÜLÜK, İSLAMCILIK, BATICILIK VE SOSYALİZMİN GELECEK TASARIMLARI. - YUSUF YAVUZYILMAZ

30.11.2024 09:48 | Güncelleme Tarihi: 30.11.2024 10:42

Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık ve Sosyalizm gibi siyasal akımların özellikle Tanzimat Döneminden başlayarak, Türkiye’nin siyasi serüveninde çok önemli işleve sahip olduğu açıktır. Söz konusu akımlar arasındaki felsefi mücadele, zaman zaman siyaset üzerindeki artan ve azalan etkileri, Batılılaşma karşısında aldıkları pozisyonlar, siyasal tarihimizin en önemli yönünü oluşturmaktadır. 

Siyasal akımların en önemli özellikleri, bir taraftan halkın beklentilerini karşılamak, diğer yandan taraftarlarını idealize ettikleri ütopyaya ulaştırma konusunda yaptıkları çalışmalardır. Unutulmamalıdır ki, her siyasal anlayışın gelecekle ilgili herkesin mutlu olacağı, kusursuz ve idealize edilmiş bir cennet ideali mutlaka vardır. Felsefi anlamda insan geçmişe olduğu kadar geleceğe doğru da yaşayan idealleri olan ve bu idealler uğrunda savaşım veren bir varlıktır. Bu anlamda onun gelecekle ilgili olumlu ya da olumsuz düşünceleri, tasarımları, hayalleri ve beklentileri olmuştur ki, bunlar ütopyaların temelini oluşturmuştur. Çok genel anlamda ütopyalar yaşanması istenen ideal döneme ilişkin düşüncelerin toplamıdır. Ütopyaların gücü o ütopyalar uğruna mücadele edecek insanların çokluğundan ve ütopyayı gerçekleştirmek için her türlü çabayı göstermelerinden gelir. “Kişilerin büyük düzen değişikliği hareketlerine koşup dalmaları için iyice hoşnutsuz olmaları, fakat aşırı yoksulluk içinde bulunmamaları gerekir. Ve ayrıca güçlü bir öğretiye, yanılmaz bir öndere veya yeni bir teknik üstünlüğe sahip olmak yoluyla yenilmez güç kaynağı kapılarının açılacağına inanmış olmaları gerekir. Aynı zamanda geleceğe ait vaadler ve imkanlar hakkında abartılmış bir inanca sahip olmaları gerekir.”(1)

Ütopyaların siyasal ideolojiler açısından en önemli işlevi, taraftarlarını yaşadıkları dönemden daha iyi bir dönemin geleceğine dair inançlarını motive etmeleri ve bu uğurda mücadeleye katılmalarını sağlamaktır. Bazı siyasal ideolojiler bunun için intihar eylemlerini bile meşru kabul etmektedirler. Geçmişte sahte cennet hayaliyle motive edilen Hasan Sabbah’ın militanlarından, PKK’nın intihar eylemlerine kadar bu motif, siyasal amaçları gerçekleştirebilmek amacıyla daima kullanılmıştır. İdeal ve şu an için belirsiz bir gelecek için kendi bedeninden vazgeçmeyi bir militana benimsetmek hiç şüphesiz kolay değildir. Bunun için etkili bir ideolojinin yanında uyuşturucu ve cesaretlendirici ilaçlardan yararlanıldığına kuşku yok. Nitekim Hasan Sabbah, tarihin en büyük eylemlerini planladığı Alamut kalesinde, militanlarını sahte cennet havuzları ve afyon maddesi ile ölmeye hazır bir militan haline getiriyordu. Hasan Sabbah başta Selçuklu veziri Nizam- ül Mülk olmak üzere çok sayıda siyasi cinayeti bu yöntemle işlemiş ve yaşadığı sürece Selçuklu Devletinin en önemli dış tehditlerinden biri olmuştur.

Felsefi anlamda ütopyalar, gelecekle ilgili, henüz gerçekleşmemiş, düşünürlerin zihinlerinde canlandırdıkları ideal toplum modelleridir. Felsefe tarihindeki en önemli ütopyalar; Platon’un “Devlet”i, Farabi’nin “Erdemli Şehir”i, Bacon’ın “Yeni Atlantis”i, Campanella’nın “Güneş Sitesi”, Thomas Morr’un “Ütopya” adını taşıyan ütopyalardır. Bu çalışmalar geleceğin bu günden daha iyi olacağını savunduğundan dolayı “olumlu ütopyalar” olarak adlandırılırlar. Birde geleceğin bugünden daha kötü olacağını savunan “olumsuz ütopyalar” vardır. Olumsuz ütopyaların en önemli örnekleri ile şunlardır: A. Huxley’in “Yeni Atlantis” ve G. Orwel’in “1984” adlı eserleri.
Siyasi tarihimizi derinden etkileyen ideolojilerin gelecekle ilgili idealize ettikleri ütopyalar olumlu ütopyalardır. Türkçülük “Turan”, Batıcılık “Çağdaş Uygarlık Düzeyi”, İslamcılık “İslam Toplumu”, Sosyalizm ise “Sınıfsız Toplum” ütopyalarını hedef göstermişlerdir.

Ütopyaların aralarında önemli farklar bulunmalarına karşın ortak noktaları da yok değil. Nitekim “Türkiye’de fikir akımlarının ortaya çıkışı, Osmanlı dönemine dayanıyor; bunun kaynağı, yapılan mukayesede fark etilen Batı’dan geri durumda bulunmaktan kurtulmanın çözümlerini arama girişimleridir. Fikir akımlarının ortak paydası, batılılaşmayla ilgili vaziyet alışlardır; bu vaziyet alışların bazıları taraftar, bazıları da aleyhtar bir mahiyet taşıyor.”(2) Tanzimat Döneminden itibaren ortaya çıkan düşünce akımların en önemli ayırıcı vasfını Batılılaşma karşısında aldıkları pozisyon oluşturmuştur. Batıcılık, Türkçülük ve Sosyalizm akımı temelde batılılaşmaya karşı değildir. Sosyalizm, teorik olarak batı kapitalizmine karşı olmasına karşın, dayandığı felsefi varsayımlarla batılılaşmadan beslenmektedir. Batılılaşmaya en açık bir biçimde karşı olan akım hiç şüphesiz İslamcı akımdır ki, onların da bir bölümü- Mehmet Akif ve Said Nursi gibi- batı biliminin alınmasına taraftardır. Demek ki, batıyı kategorik olarak dışlamak ana akımlardan çok marjinal akımların siyaset söylemi olmuştur.

Batıcılık Akımı

En önemli temsilcileri  Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri gibi aydınlar olan batıcılık akımının iz bırakan yayın organı “İçtihat Dergisi”dir. Cumhuriyetin kuruluş döneminden itibaren Milliyetçilikle birlikte en fazla siyasi desteğe sahip olan Batıcılık akımının, aralarında bazı farklılıklar olmasına karşın, uzlaştıkları temel fikirleri şunlardır:

1)Sosyal ve ekonomik anlamda Batı örnek alınmalıdır. Batılılaşmayı gerçekleştirmek için sosyal ve ekonomik anlamda çok sayıda değişiklik yapılmalı, geleneksel üretim ilişkileri toptan değiştirilmelidir.

2) Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmasının asıl sorumlusu İslam dinidir. Yeni kurulacak düzende İslam’ın başat rolü ortadan kaldırılarak, çağdaş bir yönetim biçimi oluşturulmalıdır.

3) Dünya görüşleri materyalizm, ilerleme inancı ve pozitivizmden beslenmektedir. Bu felsefi anlayışın ruhu Cumhuriyet döneminde yapılan bütün değişikliklere sinmiştir.

4)Kadın haklarını, Alfabe değişikliğini, eğitimin laikleştirilmesini savunmakta ve eğitim alanında geri kalmışlığın nedeni olarak gördükleri medrese sistemin mutlaka değiştirilmesini önermektedirler.

5) Amaçları “Çağdaş Uygarlık Düzeyi” idealine ulaşmaktır.

Milliyetçilik gibi Batıcılık akımını diğer düşünce akımlarından daha avantajlı kılan hiç şüphesiz devletten aldıkları siyasi destektir. Siyasi dönemlere paralel olarak milliyetçilik akımı zaman zaman devletten aldığı desteği kaybetse de; İslamcılık ve sosyalizm akımıyla kıyaslandığında bu avantajını sürekli korumuştur. Cumhuriyet döneminde Batılılaşmak amacıyla çok sayıda değişiklik yapılmıştır. İsviçre’den Medeni Kanun, Fransa’dan Ticaret Hukuku, İtalya’dan Ceza Kanunu alınmış; 1928 yılında Latin harfleri,1937 yılında laiklik,1925 yılında Şapka ve Kıyafet Kanunu, 1926 yılında takvim değişikliği kabul edilmiştir. Tüm bu değişikliklerin amacı hedeflenen ütopyaya ulaşmaktır.

Batıcılığın kızıl elması “Çağdaş Uygarlık Düzeyi”ne ulaşma hedefidir. Bu hedef hiç şüphesiz Batıcılığı devletin bir numaralı ideolojisi haline getirmiştir. Batıcılık akımının temel hedefi, saf anlamıyla batılılaşmak, batı dünyasına ait tüm değerleri benimsemek ve ödünsüz bir biçimde uygulamaktır. Bu akımın en önemli savunucularından biri Abdullah Cevdet’tir. “Abdullah Cevdet, Batılılaşmaya kendinde sonlanmış bir süreç olarak bakmaktadır. Avrupalılaşma, Cevdet için bir kabulden ibarettir. Bir kez bir bütün olarak benimsendikten sonra kendi kendisini üretecektir. Dolayısıyla, biraz zorlanarak, Batılılaşmanın bu ödünsüz savunucusunun görüşlerinde epistemolojik bir öncelik- sonralılık sorunu olduğu söylenebilir. Cevdet, Batılılaşmayı bir dönüşüm aracı olarak görmemekte bir dönüştürme aracı olarak ele almaktadır. Dolayısıyla da, Batılılaşma bir sürecin sonucunda, bir düşünsel arayışın içinden çıkılmayacak, tersine bir düşünsel sonuç ve arayış doğuracaktır.”(3) Cumhuriyet tarihi boyunca Batıcılık, gerek ideolojisi gerekse uygulamalarıyla bir dönüştürme aracı olarak kullanılmıştır.  Batılılaşmanın yönetici elit tarafından nasıl değerlendirildiğini, dönemin tipik bir örneği olan Mahmut Esat Bozkurt’un ifadelerinde görmek mümkündür. “ Türk İhtilalının kararı, Batı medeniyetini kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkumdurlar. Bu prensip bakımından, kanunlarımızı oldukları gibi Batı’dan almak zorundayız. Böylelikle, Türk ulusunun iradesine uygun hareketle bulunmuş olacağız. Keyif ve isteklerimiz değil, milletimizin dileklerine göre iş başarmaya borçluyuz.”(4)

Cumhuriyeti kuranlar için amaçladıkları ütopyayı gerçekleştirecek araçlar, bu araçların toplumu dönüştürmedeki başarısı, cumhuriyetin geleceği açısından son derece önemlidir. “Cumhuriyet döneminin bu ütopik yüzünde, iki temel faktör öne çıkmaktadır: “Eğitim” ve “Bilim”. Amaç, çağdaş uygarlık düzeyinde var kalabilmek ve bu ideal düzenin, sürekli ileriye doğru değişim ve dönüşüm “düzen”ini korumaktır.” (5) Böylece Türk tarihinde önemli bir paradigma değişimi yaşanmış, Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı çağdaş uygarlık seviyesine çıkmak ideali devletin temel politikası olmuştur. Batılılaşma devlet katında bulduğu bu desteğin avantajını sürekli kullanmıştır. Bu durum Batılılaşmayı diğer akımlar karşısında her zaman bir adım öne çıkarmıştır. Batılılaşmayı savunan düşünür ve siyasetçilerin İslam karşısındaki zaman zaman olumsuz tutumları, günlük yaşamını hala İslami kurallar çerçevesinde sürdüren halk ile batıcı seçkinler arasında sürekli bir gerilimin oluşmasına yol açmıştır. Bugün Türk siyasetinin ana çatışma alanlarından biri de budur. Bu çatışmanın beslediği siyasal pozisyonlar Türk siyasetinde belirleyici olmaya devam etmektedir.

Türkçülük Akımı
Kurucularının genellikle yurtdışından gelen Türklerin oluşturduğu akımın en önemli temsilcileri Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, İsmail Gaspıralı, Ömer Seyfettin, M. Fuat, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi ve Nihal Atsız gibi yazarlardır. Türkçüler temel fikirlerini “Genç Kalemler”, “Küçük mecmua”, “Türk Yurdu”, ”Orkun” gibi dergilerde savunmuşlardır. İsmi anılan yazarlardan ikisi, Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin kuruluşunda ve gelişiminde çok önemli katkıları olan mimarlar durumundadır. Şurası muhakkak ki, Cumhuriyetin kuruluş ve gelişim sürecinde Milliyetçilik akımı, yönetici elit tarafından, yeni bir kimlik oluşumu için aktif olarak kullanılmış ve Batılılaşma ile birlikte devlet katında meşruiyet sağlayan iki akımdan biri olmuştur.
Ziya Gökalp’a göre Türkçülüğün yakın ülküsü, Oğuz birliği ya da Türkmen birliği olmalıdır. Gökalp, uzak ülkü hakkında şunları söylemektedir: “Türkçülerin uzak ülküsü, Turan adı altında birleşen Oğuzları, Tatarları, Kırgızları, Özbekleri, Yakutları dilde, edebiyatta, kültürde birleştirmektir. Bu ülkünün gerçekleşmesi mümkün mü, yoksa değil mi? Yakın ülküler için bir yön aranırsa da, uzak ülküler için aranmaz. Çünkü uzak ülkü, ruhlardaki coşumu sonsuz bir dereceye yükselmek için amaç edinilen çok çekici bir hayaldir.”(6)
Ziya Gökalp’a göre Turan ülküsü Dünyadaki Türklerin ulus olarak birleşmesi Türkçüler için önemli bir motivasyon kaynağıdır. Bu motivasyon olmasaydı, Türkçülük akımının hızlı yayılışı mümkün değildi. Ona göre ülkü geleceğin oluşumuna büyük katkı yapmaktadır. Gökalp bu görüşünü ispatlamak için Türkiye Cumhuriyetini örnek vermektedir. Çünkü geçmişte hayal olan ulus devlet, günümüzde gerçekleşmiştir. Türkçülüğü, Türkiyecilik, Oğuzculuk ya da Türkmencilik, Turancılık olarak üç aşamada inceleyen Gökalp’a göre bunlardan sadece Türkiyecilik gerçekleşmiştir. “Kızıl Elma” metaforuyla anlatılan dünyadaki bütün Türklerin bir araya gelerek kuracağı Turan ülkesi ise şimdilik hayaldir ve Türklerin uzak hedefidir.

Sosyalizm
İştirakçi Hilmi, Suphi Ethem, Ethem Nejat gibi aydınların yaptığı sosyalizm akımının en önemli yayın organları “İnsaniyet”, “Beşeriyet” gibi dergilerdir. Özelikle 1960 Darbesinden sonra daha da aktif hale gelen sol düşüncenin en önemli entelektüel oluşumu “Kadro” dergisidir. Bu dergi Kemalizm ile sosyalizmin sentezini yapmak ve Kemalizm’e yeni bir entelektüel derinlik kazandırmak için yoğun çaba harcamıştır. Sol düşünce 1968 yılında Fransa’da başlayan öğrenci hareketlerinin etkisi ve 1960 darbesinin getirdiği görece özgürlük ortamından yararlanarak büyük bir etkinlik kazanmıştır. Özellikle üniversite çevrelerinde etkin olan sol, teoride büyük önem verdiği, köylü ve işçi sınıfına ulaşmada aynı başarıyı bir türlü gösterememiştir. Milli gelirden tüm zamanlarda en düşük payı alan ve sürekli zor şartlarda yaşayan bu kesim sola daima kuşku ile bakmıştır. Türkiye’ye sosyalizm ve komünizmin nasıl ve ne şekilde geleceği konusunda fikir ayrılıkları yaşayan sol onlarca fraksiyona bölünmüştür. 

Hiç şüphesiz ülkemizdeki sol düşünceyi derinden etkileyen iki düşünür Karl Marks ve F. Endels’tir. Özellikle Karl Marks’ın yazdığı “Das Kapital” Türkiye’de sol düşüncenin neredeyse kutsal kitabı olmuştur. Das Kapital’in ilk iki cildinde kapitalizmi eleştiren Marx, üçüncü bölümde sınıfsız olarak tanımladığı komünizm ütopyasını sistemleştirmiştir. Marks’a göre insanlık tarihinin başlangıcında sınıf çelişkilerinin ve özel mülkiyetin bulunmadığı ilkel komünal toplum vardır. Bu dönemde sınıf çelişkisi, devlet ve aile gibi kurumlar yoktu. İlkel komünal toplumdan sonra köleci toplum ortaya çıktı. Köleci toplumu feodal toplum takip etti. Marks’a göre tarihteki bütün kötülüklerin temelinde üretim araçlarının özelleştirilmesi yatmaktadır. Feodal toplumdaki çelişkilerin daha da derinleşmesiyle kapitalist toplum ortaya çıktı. Kapitalizm aşaması çelişkilerin en yoğunlaştığı, sömürünün en üst düzeye çıktığı aşamadır. Marx, kapitalizmin bir gün mutlaka sosyalist topluma evrileceğini düşünmektedir. Kapitalist toplumdan sonra gelecek olan sosyalist dönemde, özel mülkiyet ve onun doğurduğu sınıf çelişkisi ortadan kalkacağı için tarihin ilerlemesi de sona erecektir. Sosyalizmin ütopyası sınıfsız, sömürüsüz devletsiz ve ailesiz toplumdur.
Sınıfsız toplun ütopyası bir anlamda tekrar ilkel topluma yani tarihin ilk aşamasına dönüşü simgelemektedir. Tarihin itici gücü olan diyalektik yasalar, çelişkiler olmadığı için ortadan kalkacaktır. Bu durum materyalist olan Marks’ın sistemine metafizik bir karakter kazandırmaktadır. 

İslamcılık Akımı
Önde gelen temsilcilerinin Said Nursi, Babanzade Ahmet Naim, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy ve Şemsettin Günaltay’ın olduğu İslamcılık akımının en önemli yayın organları “İslam”, “Sebilürreşat”, “Sırat-ı Müstakim”, “Beyanül Hak”, “Saday-ı Hak” ve “Ceride-i İlmiye”dir. 

Araştırmacı İsmail Kara’ya göre İslamcı düşünürlerinin İslam’ı geri durumdan kurtarmak için önerdikleri fikirler şunlardır:

“1)İlerleme ve yükselişi yeniden sağlamak (terakki, teali);

2) Cihad, sa’y, gayret gibi kavramları öne çıkararak; tevekkül, fakr, dünya, zühd gibi kavramları da muhtevalarını değiştirecek şekilde yeniden yorumlayarak aktif bir insan tipi ve hareketli bir toplum modeli ortaya çıkarmak;

3) İslam tarihi ve kültürünün, İslam’ı bozucu ve değiştirici geleneksel kalıplardan, zihniyet ve müesseselerinden uzaklaşarak, asr-ı saadette( Hz. Peygamber ve ilk dört halife devrindeki ideal siyasi ve sosyal yapılanmaya), kaynaklara(Kur’an ve Sünnet’e), saf İslam’a dönmek; İçtihat kapılarını açarak ilimle, akılla barışık İslam’ı yeniden keşfetmek, yeniden hayata hakim kılmak;

4) Yeni bir eğitim- öğretim anlayışı ile cehaleti ortadan kaldırmak, kafaları aydınlatmak; bunlara bağlı olarak terakki için yeni bir şevk oluşturmak ve siyasi, dini, kültürel yönelişler için taşıyıcılık rolü üstlenecek cemiyetlerin kurulmasını sağlamak;

5) Müstebit ve mutlakıyetçi idarelerle mücadele etmek…”(7)

İslamcılık akımı, Cemaleddin Afgani ve öğrencisi Muhammed Abduh’un, İslamı yeni bir okumaya tabi tutmasıyla başlamıştır. Bu okumanın ilk adımını, İslam dünyasının Batı dünyasından geri kaldığı tezi oluşturmaktadır. Özellikle Efgani, bütün yaşamını baştan başa sömürgeleştirilmiş İslam aleminin içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağı sorununa ayırmıştı. Aslına bakılırsa daha geniş açıdan değerlendirildiğinde, aralarında bir takım farklar olsa da İslamcılar, şu sorunların altını çizmişlerdi:

“1)İslam dünyası askeri, ekonomik, siyasi ve teknolojik alanlarda kesin bir gerileme ve çöküş içindedir.

2) Bunun gerçek sorumlusu İslam dininin kendisi değil, fakat gelenek, yerleşik kurumlar ve dış etkiler altında teşekkül eden tarihsel anlayışlar ve yanlış uygulamalardır.

3) Babadan oğla devir esasına dayalı teşekkül eden saltanat rejimleri bu gerilemenin önemli sebeplerindendir.”(8)

İslam dünyasının geri kalmasına neden olan esasları belirleyen İslamcılar, İslam dünyasının bu olumsuz noktadan nasıl kurtulacağı konusunda ise şu belirlemeleri yapmaktadırlar:

“1)Kur’an ve Sünnete dönüş.
2) İçtihat kapısının açılması.
3)Cihat ruhunun uyandırılması.” (9) Bu belirlemelerin dışında İslamcıların görüşleri dikkatle incelendiğinde, şu konularda da anlaştıkları görülecektir.
1)Başta medreseler olmak üzere, İslam dünyasının geri kalmasına neden olan geleneksel kurumları tavsiye etmek.
2)Geleceğin ideal toplumunu kurabilmek için, Müslümanların çok önem verdikleri “Asr-ı Saadet dönemine dönüş.
3)Tasavvufun İslam dünyasının geri kalmasında en önemli faktörlerden biri olduğu tespit edilerek, bu konudan kaynaklanan hataların düzeltilmesi.
4)İslam’ın akılcı yorumunun öne çıkarılması, ilim ve fenle bir probleminin olmadığının belirlenmesi ve gelişme ile ilgili bir engel oluşturmadığının belirlenmesi.
Aslına bakılırsa İslamcılık Müslüman entelektüellerin modern dünyaya verdiği bir cevaptır. Devletin toplumsal dönüşümlerde oynadığı merkezi rolün büyüklüğünden etkilenen Afgani, siyasal bir projeye yönelmişti. Bu yöneliş siyasal İslam düşüncesinin temelini oluşturmaktadır. 
İslamcı düşüncenin en önemli özelliklerinden biri de modernizm ve onun dayandığı felsefi temellere yapılan itirazdır. “ Son dört yüzyıl içinde şekillenen modern dünya ve bunun temelini oluşturan ilerlemeci felsefeler, bize hep mutlu bir gelecek vaat ettiler ve halen de vaat etmekteler. Oysa geldiğimiz noktada, sadece maddi ilerlemenin insanı mutlu etmediği, insani isteklerin doyuruldukça arttığı ve neticede bizi öldürücü bir yarışa soktuğu bilinmektedir. Üstelik dünyanın bir bölümü için geçerli olan refah, ilerleme ve çılgınca tüketim, diğer bölümü için açlık, sefalet ve yoksulluk anlamına gelmektedir.”(10) Modern sistemler bu çeliklileri azaltacakları yerde, tam tersine daha da artırmaktadır. Bu durum İslam’ın etkin ve belirleyici olacağı yeni bir anlam arayışını da gündeme getirmektedir. 
Aralarında yöntem ve amaç yönünden ne kadar fark olursa olsun İslamcıların temel amacı “İslam devleti” oluşturmaktır. Aslına bakılırsa “İslam Devleti” ideali modern ulus devlet örgütlenmesinin İslami terminolojiye tercümesidir. Modern ulus devletin Müslümanların zihnindeki ideal yapılanmayı oluşturup oluşturmayacağı konusu ayrıca tartışmaya değerdir. Zaten Ali Bulaç, modern ulus devletin İslam’ın hedeflediği toplum düzenini gerçekleştirme konusunda yetersiz kalacağını, hatta bu birleşmenin mümkün olmayacağını savunmuştur. Bulaç, Müslümanların modern devleti amaçlayarak istedikleri ideal düzeni gerçekleştiremeyeceklerini, bunun yerine kendilerine özgü başka modeller denemeleri gerektiğini savunmaktadır. Bulaç’ın “Medine Vesikası” tartışmaları bu arayışın ürünüdür. Bulaç’a göre modern devletin totaliter ve kapalı yapısı özgür bir toplumun oluşmasını engellemektedir. Modern ulus devlet örgütlenmesi; aydınlanma felsefesinin tekil, otoriter, indirgemeci ve tanımlayıcı dünya görüşüne dayanmaktadır. Bundan dolayı doğası gereği baskıcı ve jakobendir; dolayısıyla çoğulcu bir toplum oluşturmaya uygun değildir. Bunun yerine değişik dini, etnik ve kültürel özellikleri olan toplulukların barış içinde bir arada yaşamalarına imkan sağlayacak yeni bir model gerekir. Bulaç, bu modelin Hz. Peygamberin Medine’de uygulamaya koyduğu ve hukuksal çerçevesini “Medine Vesikası”nın çizdiği modeli temel alabileceğini savunur. 

Kesin İnançlılar, Eric Hoffer,İm Yayın Tasarım
Nurettin Topçu’da Sosyo-Pedagojik Yapı, M. Sarıtaş, Mesaj yayınları
Bir Zihniyet, Kurum ve Kimlik Kurucusu Olarak Batılılaşma, Hasan Bülent Kahraman, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İçinde, İletişim yayınları.)
Türk Hukukunun Batılılaşması, İştar B. Gözaydın, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İçinde, İletişim yayınları.
Cumhuriyet ve Ütopya, Faruk Öztürk, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İçinde, İletişim yayınları. 
Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp, Bordo-Siyah yayınları.
İslamcıların Siyasi Görüşleri, İsmail Kara, İz Yayıncılık.
Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş,Ali Bulaç, Yeni  Akademi Yayınları.
Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş, Ali Bulaç, Yeni Akademi Yayınları.
Bilgi ve Hikmet Dergisi, Dinlerin Gelecek Tasarımı, Kadir Canatan, Bahar-1994.

YAZARIN DİĞER YAZILARI