12.12.2024 07:08 | Güncelleme Tarihi: 12.12.2024 07:08
Felsefe ve bilimi ortaya çıkaran temel etken insandaki merak ve anlama tutkusudur. Din, varlığın anlamını cevaplayan bir diğer alandır. Tarih boyunca din-bilim- felsefe ilişkileri tartışma konusu olmuştur. Bilim- din- felsefe ilişkileri insanlık tarihi açısından kuşkusuz önemlidir. Özellikle din- felsefe ilişkileri tartışması, Aristoteles ve Platon geleneğini izleyen Meşai filozoflar ile Gazali arasındaki Tehafüt tartışmasına kadar geri götürülebilir. Bu tartışmada Gazali felsefeye karşı eleştirel ve reddedici bir tavır takınırken, İbn Rüşd felsefeyi savunmuştur.
Felsefeyi bilim gibi kurmak isteyen düşünce Bacon'un Aristoteles'e başkaldırmasına ve Kilise öğretisine karşı çıkmasına kadar geri götürülse de, asıl tartışma A. Comte'nin pozitivizm anlayışından sonra başladı. Comte'un tarih felsefesinde ortaya koyduğu teolojik, metafizik ve bilimsel aşama teorisi, doğrusal ve ilerlemeci bir tarih anlayışını savunuyor ve dini insanlığın çocukluk dönemine mahkum ediyordu. A. Comte doğru bilginin sadece deney ve gözlemle ortaya konan olgusal bilgi olduğunu savunuyor ve felsefenin en temel alanlarından biri olan metafiziği felsefenin dışına atıyordu. Kuşkusuz A. Comte'nin temel amacı dini düşünceyi felsefenin dışına itmekti. Unutmayalım ki en önemli eserinin ismi "Pozitivizmin İlmihali"dir. İddia şudur: Bilim insanoğlunun tüm sorunlarını çözeceği için, korkudan kaynaklanan dini inançlar kendiliğinden gerileyeceklerdir.
Buradan hareketle ortaya çıkan mantıkçı pozitivizm, felsefeyi fizik ile temellendirmeyi amaçladı. Bilimi insanoğlunun tüm sorunlarını çözecek bir alan olarak tanımladı. Bu öngörü doğrulanmasa bile din-felsefe ilişkileri konusunda bir hayli etkili oldu.
Kuşkusuz burada asıl amaç, aydınlanma ve modernleşmenin de etkisiyle dini düşünceyi felsefenin dışına atmaktı. Ya da dini anlama konusunda felsefeyi bir ön bilgi olarak tanımlıyordu. Pozitivizme göre din, insanlığın gelişim ve ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir.
Burada ilk dikkat çeken nokta felsefenin herkesin anlaşabildiği bir konu ve yönteminin olduğunun düşünülmesidir. Bu bakış açısıyla felsefe pozitivizme indirgeniyor, diğer felsefi anlayışlar yok sayılıyordu. Sanki felsefe denince ortak bir yöntemden bahsediliyor gibi bir düşünce temel alınıyordu. “Hangi felsefe ekolünü temel alarak diğer konulara yaklaşacaksınız,” sorusu çözülmesi gereken bir soru olarak önümüzde durmaktadır.
Felsefeyi bilim gibi kurma çabaları, bilimin çekiciliğinden ve etkisinden kaynaklanabilir. Ancak bu akımın felsefeyi büyük ölçüde kurutup körelttiği de söylenebilir. Nitekim pozitivizme karşı olan yaklaşım bu eleştiriyi temel almıştır.
Felsefenin kurtarıcı bir misyonu olduğu yönündeki düşünce biçimi ise, özellikle batı dışı toplumların aydınları arasında yaygınlaşıyor.
Bilim ve dini anlamak için felsefe temel olarak alınabilir mi?
Bu bakış zorunlu mudur?
Kuşkusuz akıl insanın sahip olduğu çok önemli bir bilgi kaynağıdır. Ancak buradan hareketle bir felsefe ekolünü diğerlerini inkar ederek öne çıkarma yaklaşımı kabul edilemez.
Varlık, bilgi ve ahlak üzerindeki sorgulamalar bizi kaçınılmaz olarak akıl-vahiy, din -felsefe ilişkilerinin eşiğine bırakıyor. Din- bilim-felsefe alanındaki tartışmalar geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edecektir.
Öte yandan önünüzde duran sorunlardan biri de felsefeyi her konuyu çözebilecek sihirli bir anahtar olarak görme anlayışıdır.
Akıl ve vahiy ilişkileri tartışılmalı kuşkusuz. Ancak unutulmaması gereken bir konu var. Vahiy insanüstü, yanılmaz, ezeli ve ebedi bir kaynaktan gelir. İnsanın bilgisi ise tarihsel, sınırlı ve yanılgıya açıktır. Bu yanılgı insanın ontolojisinden kaynaklanır. Tarihsel, yanılgıya açık olan insanın, sonsuzu nasıl kuşatacağı da ayrı bir tartışma konusu. Vahiy konusunda Allah ile insan arasındaki ilişkiyi sağlayan vahyin doğası da önemli bir tartışma konusudur.
Bilim ve din arasında sağlıklı bir denge kurmak gerekmektedir. Aliya’nın deyimiyle, “ Hayatı sadece din ve dua değil, aynı zamanda çalışma ve bilimle tanzim etmek gerektiğine inanan, dünya tasavvurunda ibadethane ile fabrikanın yan yana olması gerektiğine izin vermekle kalmayıp talep eden, insanları terbiye etmek değil aynı zamanda onların dünyadaki hayatını kolaylaştırmak gerektiğini düşünen ve bu iki hedefin birbirine kurban edilmesi için hiçbir sebebin bulunmadığı fikrinde olan kimse, o İslam’a aittir.” (Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu, Fide Yayınları, s:47)
Bilim –felsefe- din ilişkisine bakarken, bu alanlara ilişkin konuların aynı kaynaktan geldiğini unutmamak gerekir, vahyinde, varlığında aklında yaratıcısı aynıdır. Meşai filozofların diliyle söylersek gercek gerçeğe aykırı olamaz.