03.01.2025 12:53 | Güncelleme Tarihi: 03.01.2025 12:54
Adalet devletinin gerçekleştirilmesi, insanoğlunun en büyük ütopyasıdır. Platon’dan Thomas Morr’a ütopyalar kusursuz bir toplum modeli peşinde koşmuşlardır.
İdeal devlet, gerçekleştirmesi zor olsa da olabilecek en iyi modelde adalet ve hukuk, devlet tasarımının temel parametreleridir. Liyakat, adalet ve hukukun doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Liyakati ortadan kaldıran, eş, dost ve akrabaların öncelendiği nepotist anlayıştır. Nepotizmin egemen olduğu bir modelde, önemli olan liyakat ve ehliyet değil, akrabalık bağıdır. Liyakat ve ehliyeti temel değer olarak almayan her model çürümeye başlamış demektir.
Devleti haydut olmaktan çıkarıp adalet devleti yapan temel etken hukuktur. Hukuk devleti, adalet ve güvenlik arasında anlamlı ve kabul edilebilir bir denge kurar. Tarihten miras aldığımız adalet güvenlik ilişkisinde güvenliği öne çıkaran yaklaşım sadece adaletin zayıflaması ile sonuçlanmamış, aynı zamanda otoriterliğin toplum belleğinde karşılık bulmasıyla sonuçlanmıştır.
İslam siyaset teorisinin oluştuğu zamanlardaki dış tehditler, siyaset teorisinin şekillenmesine büyük ölçüde belirleyici olmuştur. Ancak sorun olan zamansal değişime karşın zihniyetin değişmede direnmesidir.
Öte yandan güvenliği ihmal eden bir adalet yaklaşımı da son derece sorunludur. Çünkü devletin ortaya çıkmasının temel şartı, İbn Haldun’un da işaret ettiği gibi güvenlik ihtiyacıdır. Güvenliğin dışarıda bırakıldığı bir adalet arayışı insan ontolojisine aykırıdır.
Türkiye’de adalet güvenlik ilişkilisinin sağlıklı kurulamaması çok trajik sonuçlara yol açmıştır. İlişkinin sağlıksız olması bir taraftan çok sayıda insanın mağdur olmasına, diğer yandan toplumsal sınıfların birbirine duyarsızlaşmasına yol açmıştır. Türkiye tarihinde devletin mağdur ettiği kesimlere diğer kesimler ses çıkarmamışlardır. Bu nedenle devlet her zaman kendine destekçi bulmuştur. Bizden olmayanın hakkını savunmak bu sorunun üstesinden gelmenin en önemli yoludur. 28 Şubat uygulamalarında Aleviler, Aleviler haksızlığa uğradığında Sünniler sessiz kalmış ve kısmen onaylamışlardır. 28 Şubatı eleştiren ve karşı duran bir Alevi derneğinin olmaması, Alevilerin uğrayacağı haksızlıkta Sünnileri sessizliğe itmiştir. Büyük değişim Sünniler ve Alevilerin sorunun asıl kaynağına yöneldiğinde olacaktır.
Öte yandan diğer bir önemli sorun devletin totaliter özelliğidir. Bu yüzden devleti hukukun sınırları içine çekmek gerekir. Devletin totaliter uygulamalarını desteklemek, yarın aynı sorunla karşılaşılacağının ve mağduriyetin kapılarını açar. Bu yüzden asıl sorun devletin totaliter yapısını değiştirmekle çözümlenebilecektir.
Otoriterlik sadece devlete mi özgüdür yoksa insan olmanın olumsuz özelliklerinden biri midir? Kuşkusuz insan doğasında totaliter eğilimler vardır. Totaliter eğilim kendinden güçsüzü bulduğunda şiddet olarak ortaya çıkar. Diğer yandan devletin yanında sivil alanda yer alan birçok örgütlenmenin de totaliter yapısının olduğu bir gerçektir. Bu noktada toplumsal zeminde totaliter eğilimlerin nasıl bu şekilde kolay sahiplenildiğini analiz etmek gerekir.
Devletin totaliter yapısı en fazla aydınlara, yazarlara, entelektüellere karşı tavrında test edilebilir. Türkiye’de devletin düşünce adamlarına karşı kuşkulu bir bakışı vardır. Özellikle Cumhuriyet modernleşmesi sonrasında çok sayıda yazar ve düşünür devlet tarafından cezalandırılmıştır. Bunlar arasında ilk akla gelenler Hüseyin Avni Ulaş, Mehmet Akif Ersoy, Nihal Atsız, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Said Nursi, Sabahattin Ali, Necip Fazıl gibi isimler yer alır. Bu noktada asıl sorun devletin demokratik ve özgürlükçü olmayan tavrıdır. Burada dikkat çeken nokta devlet her ceza verdiğinde bir toplumsal kesimin ona destek vermesidir. Bu durumda sorunun asıl kaynağı devletin totaliter yapısı ve bu yapıyı besleyen toplumsal zemindeki zihniyettir.
Türkiye’de adalet, liyakat ve eşitliğin çiğnenmesi meşrulaştıran bir toplumsal zemin var. İşin en trajik tarafı da en küçük bürokratik işini görmek için bir tanıdık arayan kişinin adalet ve liyakat ve eşitlik talep etmesidir.
Her halükarda liyakat ve adaletin izini sürmek gerekir. Adalet ve liyakat maskesi altında ayrıcalık talep edenlerden uzak durmak gerekir. Çünkü adalet ve liyakat arayışını en çok çürüten etken ayrıcalık talebidir.
Siyasal partiler, yeni ve adil bir sistemin izini sürecekleri yerde kendi destekçilerine alan açmak için çalışıyor. Çeşitli nedenlerle bir partiye destek veren partililer de bunu bekliyorlar. Burada sorun adalet talebinden çok ayrıcalık talebidir.
Çeşitli partilerin hakim olduğu belediyelerinin personellerine bakmak bile adalet yerine ayrıcalığın talep edildiğini ve uygulandığını gösteriyor. Kendi destekçisini ise yerleştirme konusunda birbirinden çok da farklı olmadıkları görülüyor maalesef.
Bir kişi dindar veya Kemalist olmasına göre değil, işini iyi yapıp yapmasına göre tercih edilmelidir. Bu tutum ancak ideolojik bakışın dışına çıkılarak liyakat ilkesinin tavizsiz uygulanmasıyla hayat bulabilir.