“Unutursak Tekrarlanır”
Bir demokratikleşme yöntemi olarak Darbecilik.
Türkiye’deki bütün darbeler/ihtilaller “Cumhuriyeti Demokratikleşme” projesi olarak tasarlanmış ve uygulanmıştır.
Çünkü darbecilerin hepsi inanarak şu gerekçeyi ileri sürüyorlardı: “Cumhuriyeti kimler kurduysa; demokratikleştirme ödevi de onlara aittir!...”
Cumhuriyeti askerler kurmuştu. Öyleyse demokratikleştirme sorumluluğu da onlara aitti. Peki nasıl tasarlanacak ve uygulanacaktı?
Öncelikle demokratikleşme görevi “asker kökenli ancak üniformasını çıkarmış kişiler” tarafından yürütülecekti. Yani demokratikleşmeden sorumlu olacak “Siviller”den kasıt yine askerlerdi. Sadece üniformasını çıkarmaları gerekiyordu. Bunun için bir parti kuruldu: CHP
Teoride “Cumhuriyet Halk Partisi”nin kısaltılmışıydı. Ancak pratikte “Cumhuriyet Partisi” idi. Halk yoktu. Neden? Çünkü “Halk” henüz “Sivil” değildi. CHP ve onu kuran askerler için “Sivil” demek sadece üniformasını çıkarmış asker demekti. Çünkü “Sivil” özü itibariyle eğitimli, sözü itibariyle Atatürk Devriminin elçisi idi. Ve henüz halk hem eğitimli değildi hem de Atatürk devrimlerini kavraması ve elçilik yapması için toplum mühendisliğine tabi tutulması gerekiyordu.
Dolayısıyla uzun süre halk, demokratikleşmenin aktörü, öznesi olan “Sivil” kabul edilmiyordu. Askerlerin aldığı bütün eğitim ve gelecek hedefleri bu içerikte bir “Sivil” tarifi üzereydi ve bu konuda samimi idiler.
1938 yılına kadar CHP, Atatürk ile özdeş olduğundan ve Cumhuriyetin bir “Devlet mühendisliği” ve “Toplum mühendisliği” ödevi olduğundan; demokratikleşme süreci de sadece “Atatürk’ün öncelikli vasiyeti” olarak kaldı. Çünkü, yine bazı askerlere (Üniformaları çıkartılarak) kurdurulan “Serbest Cumhuriyet Fırkası” partisi “Halkın demokratikleşmeye katkısı” hedefli ilk saha testlerinden verim değil kargaşa devşirmişti. O nedenle “Demokratikleşmeyi askerler üstlensin!” kararı bu tecrübeyle daha fazla pekişmiş oldu.
Ve bu ödev, İsmet İnönü için Atatürk’ten kalan en ivedi ödevdi. Nitekim İnönü “Üniformasını çıkarmış sivil” olarak ölünceye kadar bu demokratikleşmeye liderlik etti. Fakat demokrasinin vazgeçilmez aracı ve sürdürülebilir taşıyıcısı seçimlerdi ve sandığa bizzat halk gidecekti. Oysa henüz halkın eğitimi, bilinci, kavrayışı, kültürü ve özellikle devlet tecrübesi “Sivil” olarak tarif edilecek ve kabul edilecek seviyede, kıvamda değildi. O nedenle bir formül bulunması icab ediyordu.
Formül bulundu: Halkın seçtikleri sadece halka hizmet etmekten sorumluydu; devleti yönetmek doğası gereği kurucu olan askerlerin uhdesinde kalacaktı.
Dolayısıyla sandıktan çıkan ve meclise gelen partiler sadece halka hizmete yani altyapı, üst yapı, istihdam, ekonomik refahla ilgileneceklerdi. Devleti yönetmeye kalkmaları durumda gereken “ayar” verilecekti. Bu şu demekti: Askerler, yargıçlar, bürokratlar, güvenlik birimleri askerin kontrolünde ve yönetiminde olacaktı. Ve yazılı olmasa da; Meclisin üstünde Cumhuriyet’i yaşatmaktan sorumlu “Birleşik kuvvetler” vardı: Askerler, yargı, bürokrasi ve güvenlik birimleri.
Ayrıca henüz halk “Sivil” değildi. Halkın oylarına talip olan milletvekili adayların çoğu da “üniformasını çıkarmış asker” değildi. Hatta çoğu halkın içinden gelen “Popülist Politikacı”ydılar ve askerler kadar ne eğitimli ne de onlar kadar vatanperver idiler.
Fakat askerlerin bu planda, projesinde “büyük kaza” saydıkları bir süreç yaşandı. CHP kurmaylarından ve halktan biri olan Adnan Menderes (Üstelik asker kökenli sivillerin adayı olarak) Başbakan seçildikten sonra elindeki tüm imkanları seferber ederek “Sivil demek asker üniformasını çıkarmış asker demek değildir; bizzat halkın kendisidir!... Demokratikleşmeyi halk üstlenecek!...” projesini devreye soktu. Bu projenin gerçekleşmesi için askeri gelenekleri dönüştürmekten CHP’nin mal varlıklarına operasyon yapmaya kadar geniş bir yelpaze içinde seri operasyonlar uyguladı. Tüm uyarılara rağmen projesinde ısrar etti. Sonuç: Asıldı
İnönü şunun farkındaydı: Demokratikleşme uzun süre üniformalılardan vize alarak ve üniformasını çıkarmış askerlerle yani Atatürk devrimlerine sadık “militarist sivil”lerle yürütülmeliydi. Ve ne yapılıp edilip halkın demokratikleşme öznesi olması bir süre ertelenmeliydi. Bunun için de halkı sadece hizmet noktasında temsil edecek ve demokratikleşme dümenini askere bırakacak bir partiye ihtiyaç vardı. Bu partinin sivil karakterinin dörtte biri halk dörtte üçü ise askeri dozajda olmalıydı.
CHP bu misyonu zaten başından beri üstlenmişti. Ancak demokrasi gereği karşısında başka bir parti olmalıydı ve bu partinin de niteliği aynı misyonda olmalıydı. Yani sadece halka hizmet etmek için gelecek ancak devletin yönetimini asker vizesine göre yapacaktı. İnönü, CHP dışında iktidara gelen her partiye bu formatta telkinlerde bulundu ve askerin kendi içindeki “Demokratikleşmeyi en iyi biz yaparız!” diyen cuntacı örgütlenmeleri kontrol etmeye çalıştı.
Nitekim CHP karşısına çıkan tüm partiler ancak söz konusu bu “Sivil” tarifine uygunsa hayatta kalabiliyor ve mecliste yer bulabiliyordu.
Menderes tarzı halka yaslanmış “hızlandırılmış sivillik”in sonucu belliydi: Cezaevi ve idam!
Nitekim CHP dışındaki bütün partiler bu mesajı aldılar ve ona göre hareket ettiler. Fakat buna rağmen kapatılmaktan ve darbelerden kurtulamadılar? Neden? Çünkü devletin askerin elinde kalmasını ısrarla isteyen bir güç vardı: ABD
Çünkü ABD’ye göre Cumhuriyet’in dünyadaki yerini alması ve yaşatılması sorumluluğu askere aitti. Çünkü Türkiye bir NATO üyesiydi ve bu üyelik kapsamındaki rolü bunu gerektiriyordu. O nedenle ABD, Menderesin asılması dahil tüm darbeleri, ayarları saygı ile karşılamıştır.
Ancak Menderes’in bıraktığı yerden “halkın sivilleşmesi” projesini cesaretle yürüten biri vardı: Turgut Özal.
Evet, arada önemli bir aktör olarak Süleyman Demirel vardı. Ancak Demirel, halkın sivilleşmesinden daha çok askerleri sivilleştirmeye çabalamıştır. Ancak bu stratejisi ardışık darbeler dışında sonuç vermemiştir.
Özal “Halkın sivilleşmesi” projesine iki büyük katkı koymuştur. Birincisi, askerin karşısına çok ciddi eğitimli kadrolar çıkartmıştır. İkincisi askerin kışlasına dönmesi noktasında askerlik anlayışını reforme etmiştir. Ancak askerin “Halk, ülkeyi demokratikleştirecek seviyede ve etkinlikte değil!..” inancını sonlandıramamıştır. Taki Recep Tayyip Erdoğan’a kadar.
Recep Tayyip Erdoğan, 22 yıllık iktidarında bir “eksen oturtması” başarısına imza atmıştır. Demokratikleşmenin merkezini üniformasını çıkarmış asker kökenli sivil adresten çıkarıp merkezi bizzat halkın iradesine ve halkın demokratikleşme gücüne kaydırmıştır.
Nitekim 15 Temmuz gecesinde halkın gösterdiği refleksin özü de bu kazanımı korumaktır. Hatta 2017’den bu yana AK Partinin sürekli oy kaybetmesinin ana nedeni de bu eksen oturtmasının başarısının sonucudur. Yani Erdoğan’a ince ayarı, demokraside balans ayarını bizzat kontrolü eline alan halkın iradesi yapmaktadır. 31 Mart gecesinin tablosu da aynı kazanımın neticesidir.
CHP ise özü ve sözü itibariyle mayasında “Demokratikleşmenin merkezinde askerin vizesi ve üniformasını çıkarmış askerlerin yönetimi vardır.” olduğu için süreci nasıl yöneteceğini henüz formülüze edebilmiş değil.
Geriye tek seçenek kalıyor: Erdoğan’ın vefatından sonra süreci formülüze etmek.
Peki AK Parti, Erdoğan sonrası Menderes-Özal-Erdoğan ile yürütülen demokratikleşme projesini daha da ileri taşıyacak bir hazırlık içinde mi?
Oysa 15 Temmuz’dan bu yana, halk, demokratikleşme dümeninde ve bırakmaya niyetli değil. Halk sadece Erdoğan sonrasına odaklı ve Menderes, Özal, Erdoğan gibi bir “Halk lideri” için etrafına bakınıyor. CHP içinden halka bir çok sesleniş ve el sallayış olsa da; Halk CHP’nin 15 Temmuz gecesindeki tutumunu unutmuş değil.
15 Temmuz gecesinde halkın demokratikleşme öznesi olduğunun mesajına “Tiyatro bu!...” diyen bir politik dil ve dahası sonucu beklemekle geçiştiren bir kadronun, bu oturmuş eksende yol alan “Halk=Sivil” sürecinde mesafe alması mümkün değil.
Tabi CHP’nin ve “Askerden vizeli ve üniformasını çıkarmış askerler”in ortak bir B planı yoksa!...
“Unutursak tekrarlanır” diyoruz ya; Unutanlar için B planı yapan mutlaka adresler olur. Yakın tarihin tecrübe sıcaklığı duruyor. Dışarıda, etrafımızda ve içimizdeki sıcaklıklar da hesaba katılırsa; B planı içinde olanların izini sürmekte gecikmemeliyiz