MEB Bakanımız Prof. Dr. Yusuf Tekin HaberTürkTV'de Fevzi Çakır’ın programına katıldı. Müfredat değişikliğinin ve yeni müfredat modelinin “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ismiyle anons edilmesinin sebebinden, müfredatın stratejisinden içeriğine kadar geniş yelpazede kamuoyuna yansıyan, yansımayan her konuya açıklık getirdi. Fakat sayın bakanımızın yeni soruların sorulmasına da sebep olan bazı analizleri olduğunu gözlemledim. Bunları paylaşayım.
Yeri midir, bilemedim; fakat bir bilgi notu paylaşarak başlamak istiyorum. Sayın Bakanın, Müsteşar olduğu dönemde; MEB Komisyon başkanlığı yapan eski Başbakan yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler beyin başdanışmanı olarak görev yaptığım dönemde; sayın Tekin’in yaptığı oldukça özel bir toplantıya katılma imkanım olmuştu. O toplantıda MEB hakkındaki analizlerini, Bakan olması durumunda hangi konulara el atacağını ve “Eğitim Modeli” hakkındaki görüşlerini detaylı şekilde dinleme imkanı bulmuştum. O toplantıdaki perspektif ile Haber Türk programındaki perspektif arasındaki açı farkını da gözlemledim. Şimdi gelelim akla gelen yeni sorulara.
“Türkiye Yüzyılı” mottosu özü itibariyle etkin, bağımsız, kendi modelini uygulayan ülke olmak ve dünyanın yeni konjonktürü içinde Türkiye’nin tarihi rolüne gecikmeden alması var.
Oysa, Türkiye’nin “Evrensel hukuk”, “Uluslararası normlar”, “Gelişmekte olan ülke standartları”, “Çağdaş eğitim sistemi” gibi küresel güçlerin ülkemize dayattığı sözleşmelerin, süreçlerin bir gizli ajandasının olduğunu ve bu ajandada ülkenin eğitim sistemini teslim almak hedefli operasyonlar içerdiğini biliyoruz. Hatta MEB’in atacağı adımları hangi adreslerden izin alarak ve küresel aklın hangi ofislerince çek edildikten sonra yürürlüğe girdiği konusunda hatırı sayılır yakın tarihte yaşanmış ve basına yansımış olaylar var.
Sayın Tekin, müfredat modelinin her aşamasının uluslararası sözleşmelere, gelişmiş ülke standartlarına, evrensel sözlüklere, dünya ile uyum noktasında gerekli koşullara uygun hazırlandığını ifade ediyor. Hatta bu evrensel normlara, sözleşmelere aykırı, çelişkili bir şey bulunursa hemen düzeltileceğinin sözünü veriyor. Sanırım burada atıfta bulunulan adreslerin hepsi Batı ülkelerini kapsıyor.
Türkiye’de öğretilen bilginin güncelliği, pratikle ilişkisi ve en önemlisi dünyanın her yerinde “bilginin tanınırlığı” açısından evrensel olduğu ve güncel bir müfredat olduğu kastediliyorsa; buna denilecek bir şey yok. Fakat bizim MEB müfredatının hazırlanma serencamıyla ilgili yakın tarihten bildiğimiz ve yaşadığımız süreçler var. Bu süreçlerin tamamında “Evrensel hukuk”, “Uluslararası normlar”, “Gelişmekte olan ülke standartları”, “Çağdaş eğitim sistemi” etiketleri hep vardı. Sayın Tekin de aynı dil üzere bir garantörlük veriyor.
Oysa “Türkiye Yüzyılı” mottosunun özünde bu etiketler üzerinden yürütülen operasyonlara ve teslim alıcı müfredatlar içeriğine esastan itiraz var. Dolayısıyla “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ifadesindeki misyon ile sayın Tekin’in kullandığı dil arasında bir “karanlıkta kalmış açı” var. Bu açı şudur: Bilginin uluslararası akreditasyonuna dikkat etmek ile eğitimin doğasında olan “hafıza ve davranış” ilişkisinde “etkin, bağımsız, yerinde ve yerli model” sahibi olmak bam başka kulvarlar.
Kuşkusuz sayın Tekin tüm bu konulara hakim. Ancak konu ettiğimiz ” Karanlıkta kalmış açı” içine giren ve cevapsız kalan ve de sayın Bakanın hiç değinmediği kritik konular var. Biz bu kritik konuları aktararak sözümüzü toparlayalım.
Bir; Mevcut veya iyileştirilmiş halleriyle “Sınav sistemi modeli” ne kadar “Türkiye Yüzyılı” yolunda ilerlememize imkan verecek? Sınav sistemi aynı ile dururken müfredat değişikliği “Türkiye Yüzyılı” hedefi için ne kadar mesafe aldıracak? Oysa Türkiye’nin ayağındaki en büyük pranga mevcut haliyle “Sınav Sistemi” değil mi? Üstelik Türkiye’deki sınav sistemi her yönüyle uluslararası sözleşmelere, gelişmiş ülkelerdeki modellere ve çağdaş standartlara da uymuyor iken; Türkiye Yüzyılı yolunda ne zaman sınav sistemine kökten el atılacak?
İki; “Türkiye Yüzyılı” hedefinin en stratejik hamlelerinden biri, etkin, bağımsız, güçlü Türkiye için İnsan kaynağının her alanda güçlü ve markaları olan sektörlerin ihtiyacına endeksli insan kaynağını zenginleştirmesidir. Bu bağlamda insanın hayata dair özellikle “Meslek kararı”nı en geç lise döneminde netleştirilmesi gerekti tüm gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarla bilinmektedir.
Oysa fiili olarak “12 Yıllık kesintisiz eğitim” sürecinin bu stratejiyi boşa çıkardığını biliyoruz. Özellikle “Mesleki formasyon” ile “Sektörler için insan kaynağı” arasındaki etkinleşen uyumu sağlamak noktasında bu kadar uzun kesintisiz eğitimin nelere mal olduğunu biliyoruz ve yaşıyoruz. Gerekli eğitimi neredeyse Üniversite mezunu eşiğinde tutunduran bu mevcut modelin Türkiye Yüzyılı ufkuna yol alabilecek bir eğitim gemisi kapasitesi olmadığı çok açık.
Mesleki açıdan insan kaynağını en geç Lise döneminde çözmemiz gerektiği örnekleriyle dünya gerçeği ortada iken; Üniversitelerin özünün “Akademik çalışmalar” olduğu bütün dünyada biliniyorken; insan kaynağımızı üniversiteden mezun oluncaya kadar "Eğitim kırbacı” altında inletmenin ülkeye yaşattığı kayıplar da biliniyorken; sayın Tekin “İnsan ve Hayat ilişkisi”nin en geç Lise döneminde netleşmesi adına bir modelden hiç söz açmıyor. Daha doğrusu müfredatın bu stratejiyi ne kadar hesaba kattığına ilişkin bir açıklamaya yönelmiyor. Daha açık ifadeyle; Müfredatın hangi stratejiye hizmet ettiği zihinlerde netleşmiyor.
Üç; “Türkiye Yüzyılı” mottosu Türkiye’nin tarihi birikiminin ve Türk Devlet aklının önümüzdeki yüzyılda etkin olması için gerekli hafızaya, tecrübeye sahip olduğunu betimlemektedir. Bu bağlamda sayın Tekin’in müfredat modeline ilişkin analizlerde “Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığı”, “Laikliğin evrensel tarifi”, “ Bilginin güncel ve evrensel olması” eksenli analizleri çok netti ve yerinde mesajlar içeriyordu.
Ancak sayın Tekin’in bütün analizlerinde, istişareler olsa da; daha çok kendi CV’sini ortaya koyucu ve AK Parti siyasetinin medeniyet yüzü açısından misyonunu betimlemeyi tercih etmesi dikkat çekiciydi. Yani “Ders veren hoca” edasını hiç elden bırakmadığı ve eleştirilere karşı da "diklenmeden dik duran” pozisyonunu koruduğunu gördük. Fakat “Türkiye Yüzyılı” hedefinin hangi alanlarda nasıl bir yol haritası gerektirdiği ve bu yol haritası üzere eğitime nasıl bir rol düştüğüne ilişkin bir açılım getirmedi.
Sayın Tekin, konuk olduğu programın konusunun “Müfredat” olması; dolayısıyla bizim yukarıda zikrettiğimiz hususlara değinilecek bir ortam olmadığı için bu konulara girmemiş olabilir. Ancak “Türkiye Yüzyılı” için de bir “Müfredat” öngörülmüşse; hatta müfredatı da içeren fakat çok daha etkin ve kapsamlı “Maarif Modeli”nden söz açılıyorsa; o zaman sayın Tekin’in “Türkiye Yüzyılı”nı da tarif eden bir “Maarif Atlası” ortaya koyması icab eder.
Kuşkusuz, eğitimden çok daha fazlasıyla bir “dev ve hantal bürokrasi gemisi” olan MEB için sayın Tekin’in vizyonu, çabası takdire şayan. Ancak konu “Türkiye Yüzyılı” olunca; ortaya konulan müfredatın teknik kısmı kadar stratejik yönünün de ortaya konulması lazım.
28 Şubat süreci zihniyetinin müfredatına son noktayı koymak ve yerine milli değerler üzere Türkiye Yüzyılı hedeflerini ufukta görerek bir müfredat ortaya koymak başlı başına bir kazanımdır. Ancak kalıcı, sürdürülebilir çözümler için bir gerçeği de teslim edelim: Müfredat sadece bir zihni değişim davetidir. Türkiye Yüzyılı vizyonu için çok daha fazlası gerekir.