"Yalan Söyleyen Dücane Utansın"
Dücane'yi Bursa'da BİHMED sohbetlerinde; İstanbul'da da çoğu kez İsmail Kılıçarslan, Yusuf Armağan ( Yer yer Engin Noyan'ın katılımıyla) uzun sohbetlerde dinlemişliğim oldu; Kitapları ve Youtuber olarak videoları izlemeyi de ekleyeyim. Şahsi gözlemim şudur: Cumhuriyetin bir "Aydın tipolojisi" projesi vardı: Batı dünyasının ( son üç yüzyıldaki haliyle Batı dünyasının) insanlık adına görkemli bir medeniyet inşa ettiği ve köklerinin de Yunan'a dayalı olduğu kabulüne teslim olmuş bir Cumhuriyetçi aydın tipolojisidir. Kemalizm bu projeyi çok sakil ve marjinal uyguladı ve sonuç alamadı. Fakat Kemalizmin bu sakilliğine itiraz ederek yola çıkmış ne kadar "Protest/İslamcı/Akılcı" kafa varsa; geldiği nokta bu aydın tipolojisinin son sürümü olmuştur.
Dücane'nin bireysel hikayesi hakkında söylenecekler bir kenara; ancak asıl izini sürmemiz gereken çizgi şu olsa gerek: Batı dünyasının övdüğü ve kendisine eleştirel yöntemle eklemlenen bu aydın tipolojisini "Batıyı anlamış; özgün entelektüel" ve "Müslümanların arasından böyle dahi çıkar mıymış; ne filozof ama!..." övgüleri içinde "uşaklaştırdığı" tipolojidir. Youtube üzerinden şöhret sekansları ve biraz da ekmek kapısı için; hergün takipçisine güncel parodiler sunmak durumunda kalmak ayrı bir ironi!...
Dolayısıyla Dücane'nin çizgisi aslında bir çizgiye eklemlenmiş örneklerden sadece biri. Elini yüzünü yıkamadan önce her gün kamerayı açıp hayranlarını şaşırtmak için; ticari dükkan olmuş Youtube'de halkı ve kendisi dışında kalanları istihza reyonunda ürünleştirmek için "bilmediğim konuyu bile ben belirlerim!..." diyen ve daha çok iç yolculuğundaki sancıları bir entelektüel üretim diye sunan tiplerin çokluğu üzere düşünmek lazım. Dücane'nin bu "tipolojik kaymanın" dijital görüntüsü bu çizgiye atıfla sadece "gibi" kalabilir. Kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan. Fakat Hz. Aişe’nin evliliği hakkında yaptığı videoda “Yalan söyleyen tarih utansın!...” etiketiyle sözüm ona çok bilmiş edayla söylediği ardışık yalanların sonunda neredeyse “yalanın filozofu” pozunu deşifre etmek ihtiyacı duydum. Değilse…
Yeryüzünden kimler geldi kimler geçti. Sonuçta kulların üzerinde biz Allah’ın vekili değiliz. Sahibi olduğu hakkında gerçek hükmü Allah verecektir. Fakat “ Yalan söyleyen Dücane Utansın!” deme sorumluluğunu üstleniyoruz.
HZ. AYŞE VE EVLİLİĞİ MEVZUSUNA DAİR
Hz. Aişe’nin evlilik konusu ısıtılıp ısıtılıp kamuoyu gündemine “Kahrolsun Şeriat! Yaşasın Laiklik!” salvolarıyla ve genelde CHP’yi göreve davet ederek iktidarda olan dindar çevrelere karşı bir “Devirme çağrısı” olarak kullanılır. Nitekim sosyal medya ortamında çektiği videolarla aynı stratejiyi devreye sokan Diamond Tema isimli kişi de CHP’yi göreve çağrıyor ve mücadelesinin Şeriata karşı olduğunu söyleyerek CHP’yi desteğe çağırıyor. İslam’a hakaret etmediğini; aksine İslam’ın zaten küçük çocuklarla evliliği öneren, uygulayan bir din olduğunu ifade ediyor. Bir de kendisi gibi Cumhuriyet ideolojisinin de özünün bu dine karşı kurulduğunu ve politikalarının da bu eksende yürümesi gerektiğini ifade ediyor. Önceki yazımda buna atfen “Tipik Kemalizm iç meselesi” olarak bu pozisyon alışı analiz ettim. Fakat konu üzere Dücane Cündioğlu “Yalan söyleyen tarih utansın” etiketiyle, her konudaki filozofane (!) edasıyla Hz. Aişe’nin 6-9 yaş aralığında evlendiğinin kesin olduğunu, bu yaşlarda evliliğin o dönemlerde normal sayıldığını ve Peygamberin de bu örf üzere evlendiğini söyledikten sonra; Peygamberin bu gerçek tercihinden utananların allem edip kallem edip yaşı 18 civarına çekme gayretlerinin boşuna olduğunu, hatta bu çabanın bile İslam tarihinde hiç yapılmadığını ve bu çabanın ömrünün son yüzyılda bundan utanan müslümanlarca denendiğini ifade ediyor. Tabi asıl yalanı bu analizi ve tespitleriyle Dücane’nin kendisi yapıyor. Sanırım kendini büyük filozof vehmetmenin ve karşısında fikri, ilmi analiz kabiliyeti olacak kimsenin hiç çıkmadığı gibi tuhaf bir iç yolculuk yaşıyor. Şimdi “ Yalan söyleyen Dücane utansın!...” dememizi gerekçelendirelim.
Birincisi; İslami ilimlerin bütün kollarında ana bir metodoloji vardır: "Hukuki/normatif/ontolojik değer" listesi sadece "Kur'an (metni)" ve "Sünneti meşhura" yani Peygamberin vefat edinceye kadarki topluluğun ayetle mutlaka ilişkisi olan beyan ve de beyana bir topluluğun topluca tanıklığı ve uygulaması KAYNAK yapılır/sayılır. Yani çok sade bir cümle ile tekrarlayalım: “İslam’da bu vardır! Din budur!..” diyebilmeniz için KAYNAK olarak Kur’an metni ve bu metnin kendisiyle ilişkisi kurulmak zorunda olunan beyan ( Peygamberin ayetle bağı açık anlayış uygulaması) ve bu beyana tanık bir topluluğun “toplu beyanla uygulama mutabakatı” fonksiyonu olması ( Sünneti meşhura) gerekir. İslami ilimlerin hiç bir kolunda bu iki ana kaynak dışında hüküm, norm, değer ve finalde El-Din” olarak bir rivayet/hadis/siyer hatırası KAYNAK yapılmaz/yapılamaz/yapılmamalıdır. Dolayısıyla 6-9 yaş aralığında evlenmenin İslam/Din açısından fikren, zikren, uygulama olarak uygun görüldüğü, izin verildiği hatta teşvik edildiğinin tespiti için Kur’an ve Sünneti meşhura ile ispatlanması gerekiyor. Bu yapılamıyorsa; o zaman ortada ya bir yalan veya başka bir gayret var demektir. Kur'andaki ayetler, ayetle ilişkili beyan ( ayetten Nebinin anladığı ve uyguladığı) ve beyanlara tanık toplu tanıklık/uygulama içinde sünneti meşhura tarihinde çok açıktır ki; rüşd, buluğ ayetleri, yetimlerin mallarıyla ilgili beyanlar, mihir uygulamaları ve sünneti meşhura ile ilgili tarihsel tüm kaynaklar Hz.Aişe'nin 6-9 yaş aralığında evlendiğini açıktan ve sabiten reddeder. Çünkü ruşd, buluğ, mihir, yetimle ilgili ayetlerin tamamı, ayetlerle bağlantılı beyanlar ve ashabın sünneti meşhuradaki uygulamalarının tamamı 6-9 yaş aralığı içinde çocuklarla evliliği reddeder. Vahiy, bu yaş aralığında var olan Arap örfüne de itirazlarını açıktan yapmıştır. Bu reddediş sarihken; Dücane’nin yalanında olduğu gibi; 6-9 yaşla evliliği kabullenemeyen Müslümanların (üstelik son yüzyılda modern kafalı Müslümanların) yaşı 18’e çekmek gibi bir gayrette olduğu hem gerçeği yansıtmamaktadır hem de tarihsel gerçeği de inkardır.
Dücane’nin “1500 yıldır Hz.Aişe’nin 18 yaşında evlendiği iddiası hiç olmadı!...” da apayrı bir yalandır. Dediğimiz gibi; Dücane’nin psikolojisi ve niyeti ayrı bir yazı konusudur. Fakat bir çarpıtmayı deşifre etmemiz gerekiyor. Çünkü bu çarpıtmayı uzun zamandır Kemalistler bir proje kapsamında yapıyor. Dücane de çok ama çok önemli bir filozof olma (!) sendromu içinde kişisel iç yolculuğunu entelektüel birikim diye pazarlama gayretinde. O nedenle aynı çarpıtmayı kullanarak, sözüm ona aydın, seküler mahallenin ona olan ilgisini güncellemek istiyor. İslami ilimler metodolojisi hakkında biraz temel bilgisi olan şunu bilir: İslam tarihi boyunca Kur’an ve ( ayetlerle bağı olan beyan ve buna tanık olmuş topluluğun toplu beyan kültürü) yani sünneti meşhura dışında hiçbir metod veya bilgi, yorum İslam/Din tarifi ve kapsamı için KAYNAK kabul edilmemiştir. Müslümanların tarihinde asli kanyaklara eklemlenmesi amaçlı bir çok siyasi, kültürel, etnik hamleler olmuştur. Ancak usul bilen alimler her zaman bunları deşifre etmişlerdir. Ancak tarihte telif eserlerde bu süreçlere ilişkin bir çok kayıt da doğal olarak yer almıştır. Bugün klasik metinlerin tarihteki oluşum ve rollerine ilişkin bir hafızanın, analiz kabiliyetinin eksik, yetersiz olduğu ayrı bir gerçeğimizdir. Ancak Dücane gibi uzun süre bu alanlarda biraz tur atmış, mürekkep yalamış birinin bilerek mevzuyu daha çok az bilenlerin gözüne ışık tutma taktiği ile işi kendisi için "entelektüel eğlence" haline çevirme gayreti kabul edilemez.
Dolayısıyla 6-9 yaş aralığında kız çocuklarıyla evlenmenin İslam/El-Din tarafından olumlandığı, meşru görüldüğü, teşvik edildiği veya uygulaması olduğu ancak Kur’an ve Sünneti meşhura ile ispatlanmak durumdadır. Dücane de "Benimkisi yalan değil; aksine din bu!..." iddiasındaysa bunu bizzat Kur'an ve sünneti meşhura ile ispatlamak zorunda. Bu iki kaynak dışında başka saiklerle, rivayetlerle veya ağızda laf çevirerek, klasik metinlerde rivayet var gibi usul oyunlarıyla, çarpıtmalarla İslam etrafında polemik oluşturmak ya İslam düşmanlığıdır ya da İslam düşünce tarihindeki mezhep, meşrep sicilini kaldıraç yapıp başka hedeflere hizmet etme gayretidir. Veya gerçekten kendisine sürekli "Derin filozof" denilmesinden kaynaklı bir iç yolculuk içinde kendini kaybetmektedir. Nitekim Hz. Ayşe’nin evliliğine ilişkin söz konusu tartışmalara neden olan da klasik metinlerde yer almış bir rivayetlerdir. Yani ana kaynaklarla ilgili bir gündem sebebiyle konuşulmamaktadır. Kaldı ki "Rivayetler ve El-Din kaynağı ile ilişkisi" üzerine her halde bir hizmet içi eğitim düzenlemek icab ediyor. Rivayetlerde de; Hz. Ayşe’nin kendi biyografisinden bahsederken evliliğine ilişkin hatırasına ilişkin ona atfedilen üçüncü kuşak bir akrabasının 70 yaşından sonra aktardığı bir bilgiden ibarettir. Diamond Tema veya "Kemalist Tema" üzere hareket edenlerin "Sahih kaynak kabul edilen Buhari'de geçiyor!... Madem öyle Buhariyi reddedin!..." gibi gereksiz, saçma metotlar geliştirmek de daha çok özünde İslam düşmanlığının magazin atraksiyonlarıdır. Dücane'nin de bu kaynaklarla Müslümanların tarihsel bağlamdaki ilişkisi sanki "Buhari'de ise o zaman dindir!..." tek düzeliğine indirgeyerek işi iyice sulandırıyor. Oysa İslami ilimler tarihini araştıran bilir ki; alimlerin kendi usul tartışmalarında çoğu mesele bağlamında ele alınmıştır. Mezhep ve meşreplerin buna rağmen kendi süreçlerini meşru gösterme gayretlerinden kaynaklı ilmi polemiklerini sanki El-Dinin usulü de hep bu polemik üzere kalmış gibi sunmak ayrı bir cahillik veya geçmişe haksızlıktır. (Örneğin; KAYNAK hükmünde olmayan fakat "Tarihsel okuma" konusu olan Hz. Ayşe'nin yaşıyla ilgili kronolojik tüm bilgilerden yola çıkan; Hz. Ayşe'nin evlilik yaşını 605 yılı civarı netleştiren ve evlenme aralığını 18-19 civarı kılanların çoğu da; 6-9 yaş aralığını kabullenememe sebebiyle bunu yapmıyorlar. Kur'an ve sünnet ile tarihsel bilgilerin uyumuna işaret ediyorlar. Durum buyken; Dücane "iki tez var: biri 9 diyor diğeri 18 diyor... iki görüş var!...
Birincisi daha çok kabul görmüş!..." diyor. Bu da yalan. Ortada iki rivayetten veya görüşten kaynaklı bir tartışma yok. Bunu böyle sunan bizzat modern/oryantalist telkin. İslami ilimler "iki rivayetten kaynaklı iki ayrı karar" diye bir metodu hiç bir zaman uygulamadılar. Kaldı ki, 9 yaş tercihi yaygınsa; 9 yaşla evlenme hangi Müslüman toplumlarda hukukileştirildi ve yaygın uygulandı? Uygulama örnekleri bizzat El-Din inancıyla mı bunu yaptılar?...
Neyse... Peki, bu tartışma neden durulmuyor. Bunun nedeni Dücane’nin çarpıtarak anlattığı bir olgudan kaynaklanıyor: ÖRF Örf, bir toplumun kuşaktan kuşağa aktardığı ve o topluluğun genelinin uygun/hasen gördüğü kültürdür. Mesela, Dücane “Arap örfünde çocuk yaşta kızların evlendirildiği gerçeği var.” Dese; ki diyor; bu doğru. Zaten İslami ilimlerin oluşması sürecinde bir çok siyer, hadis, fıkıh kitaplarında her türlü rivayete bakılması ve hatta seçilerek kayda alınmasının ana sebebi de Örf tespiti içindir. Çünkü İslam/Din olarak kendini inşa ettiğinde karşısında çözmesi ve/veya eşlik etmesi gereken olgu mevcut örftür. Dolayısıyla İslam’ın karşısındaki örf hakkında nasıl bir uygulama içinde olduğunu tespit çok önemlidir. Kur’an ve Sünnetin örfle ilişkisi çok önemli ve hassas bir konudur. O nedenle örf tespitine yönelik her türlü rivayet alimler tarafından masa başı ödev bilinmiştir ve kendi metotları üzere telif eserlerinde yer vermişlerdir. Bu bağlamda Dücane “İslam’ın inşa olduğu dönemde karşısında duran örf içinde bir konu da çocuk yaşta kızların evlendirilmesi idi; Acaba İslam bu örf hakkında nasıl bir yaklaşım sergiledi; bu örfü olumlayıp teşvik mi etti yoksa bir çok örfte olduğu gibi dönüştürdü mü? Bunu Kur’an ve Sünneti meşhura kaynağıyla ele alalım!..” dese; yani en temel usule riayet etse; 23 yıl boyunca vahyin bu örfe itiraz ettiğini ve bunu bir çok örfte olduğu üzere dönüştürdüğünü anlatırdı.
Fakat Dücane bu örfe vahyin müdahalesinden söz açmak yerine; örfün Müslümanlar tarihinde yaşatıldığını ve klasik kaynaklarda yer aldığını merkeze alıp her zaman yaptığı gibi “muhalefet etmenin histerik şovunu” sergilemeyi tercih ediyor. Doğrusu bu şovları istediği alanda yapabilir; o alanın muhataplarını ilgilendirir. Fakat konu İslam olunca; herkes haddini bilecek ve usullere uyacak. Takipçi ve beğeni ağına El-Dini düşürerek yol almaya müsaade edemeyiz.
Kişi fikrini, metodunu ve hatta tercihlerini söyler; bunda özgürdür. Fakat kendisi dışındakileri suçluyor, istihza ederek, çarpıtarak sosyal ötekileştirme alanları çiziyorsa; cevapsız bırakılamaz. Nitekim sadece rüşd, buluğ, mihir, yetim malları hakkındaki ayetler, beyanlar ve sünneti meşhuradaki uygulamaların bu örfü dönüştürdüğünü ve esas olanın aileyi, hayatı, malı yönetme kavrayış yaşıyla evlenileceği emrine tanık olunurdu. Ayrıca Hz. Aişe’nin doğum tarihi ve kronolojik analizler sonunda evlilik yaşının söz konusu vahtim emrine uygun yaşlara karşılık geldiği de görülür. Nitekim Dücane “Örf” hakkında konuşurken işin özünü bildiğini gösteriyor. Fakat bu Arap örfünü İslam’ın değiştirme metodundan söz açmıyor. Neden? Çünkü Müslümanların siyer, hadis, fıkıh alanında kütüphanelerinde duran kitapların örfü tespit amaçlı konu edilmiş rivayetleri paylaşmalarını İslam’ın asli unsuru gören, kaynağa bunları da dahil eden mezheplerin, meşreplerin çaresizliğini yüzlerini vurmalarından hoşlanıyor ve besleniyor. Oysa esas olan hakikate düşkünlük ve ilim namusuna riayettir. Vahiy-Örf ilişkisini çözümlemede yetersiz kalmış veya kasıtlı bu ilişkiyi suiistimal eden mezheplerin, meşreplerin varlığı ve klasik metinlerde kayıt altında olduğu gerçeği ayrı bir alandır; kalkıp her güncel olayda, üstüne vazife bilip sözüm ona "filozofunuz bildiriyor!.." vaazlarını "İslam'ın hakikati bu!" diye sunmak, kabul edilemez. Düşünme özgürlüğünü başkaların düşünemediği üzere tariflemek de filozofluk değildir.
Sözlerimizi toparlayalım: Cinsel ilişki/zifaf yaşı ertelensin veya bilinemez şekilde uygulansın; tarihte Arap örfünde (ki dünyanın bir çok kıtasındaki örfte de var olmuştur; hatta çağımızda bile bunu yapmaya yeltenenler var) küçük yaşlarda çocukları nikahlamak/evlendirme örnekleri vardı. Bu örfe ilişkin telif kitaplarda rivayetler ve hatıralar da duruyor. Ancak Kur'an ve Sünneti meşhura yani vahiyle ilişkili ana kaynak açısından Araplardaki bu örfe bizzat İslam'ın nasıl yaklaştığı ve 23 yıl boyunca bu örfe yönelik nasıl bir uygulama yapıldığını sormak gerekiyor. Tıpkı kölelik, cariyelik, çok eşlilik, evlatlığın boşanmış eşiyle evlenmek gibi diğer örfler konusunda Kuran/Sünneti meşhuranın nasıl yaklaştığına ilişkin soru sormamız gerektiği gibi. Hatta İslam ve Örf ilişkisi oldukça kritik bir ilişki türüdür. Bu ilişki doğru okunamazsa ne İslami ilimler metodolojisinde incelikler kavranır ne de klasik metinlerin çözümlemesi doğru yapılabilir.
Örfe nasıl müdahale edildiğine dair bazı örnekler bile bizzat Kur'an ile kayıt altına alınmıştır. Nitekim KAYNAK hükmünde olan ayet-beyan-sünnet bütünlüğünde çok açıktır ki evlenme ruşd-buluğ-yetim malları hükmün tamamı 6-9 yaş aralığı evlendirme örfüne itiraz eder ve bu örfün terk edilmesini isteyerek "malı yönetebilecek yaşa gelince", "aileyi kavrayacak olgunlukta olunca" tarifleriyle çok net evlenmeye hazır dönem ifade edilmektedir. Nitekim Hz. Ayşe evliliği de Arap örfü üzere değil ayetler-sünneti meşhura üzere olmuştur. Bu çok nettir... Mesele ve durum bu iken: "Ayşe'nin yaşını 18'e çekmek yeni bir durumdur!" ne bir tespittir ne de ilmi değeri vardır. Ayağa düşürülmüş haliyle: “Bak, Buhari’de yazıyor. Bak kütübisitte’de var!... “ bir kavrama veya metot hiç değildir. bu üslup bir suistimal ve çarpıtma taktiğidir. Peki bu tartışma niye bitmiyor; Bu tartışmaya kaynaklık eden sebep ne?
Bunun iki ana nedeni var: Birincisi; Başta örfü tespit amaçlı rivayetler üzere araştırmaların telif eserlerde yer alması sebebiyle; Klasik metinlerin oluşum sürecini ve rolünü kavrayamayan veya buna niyetli olmayan bazı meşreplerin kaynak suistimalciliğidir. İkinci ve daha önemlisi; Kuran ve Sünneti meşhuraya rağmen, Peygamberin vefatından sonra da yer yer Arap Müslümanların eski örflerini inadına sürdürme gayretlerine ilişkin bazı olaylar, fetvalar ve rivayet uydurma süreçleridir. Yani Nebi'nin vefatından sonra revize edilmiş, kaldırılmış, dönüştürülmüş örflerin tekrar Arap milliyetçiliği ve kültürü kaldıraç yapılarak canlandırılmış olmasıdır. Ve maalesef klasik metinlerin analizinin bu bağlamlarla deşifre edilmesi yerine; "Klasik kaynakları analize kapatalım! Aksi halde tarihi kabullerimiz sarsılır!" tutuculuğunun yer yer hortlatılmasıdır. Hz.Peygamberin vefatından sonra Arap müslümanların başta köle, cariye, çok eşlilik gibi konularda örflerini yeniden canlı tutma gayretleri; kabile asabiyet örfünü sürdürme ısrarı; hatta başka ırktan Müslüman olanlara "Mevali" diyerek Arap milliyetçiliği yapmaları gibi.... daha bir çok “eski örfü dinden kılmak” çabaları var olmuştur. Hatta Müslüman olan tüm kavimler kendi örflerini dinen meşrulaştırmak veya dinden kılmak gayretinde olmuşlardır.
Yani Dücane şöyle deseydi: “Müslümanlar, Peygamberin vefatından sonra; Arap Müslümanların örflerini tekrar yaşatmak adına; Arap asabiyatçılığını meşrulaştırmak için Kur’an ve Sünneti meşhura kaynaklarına ısrarla “Bu da Kaynaktandır!” yöntemiyle Örf kapsamındakileri de Din kıldılar! Bununla yüzleşmezsek; bu tartışmalar bitmez!...”. O zaman usul üzere kalırdı. Gerçi, böyle düşünmek ve söylemek zorunda değil. Belki de O da “Asıl din bu!” diyerek İslam hakkındaki gerçek algısını, inancını ortaya koyuyor. Konu biraz uzadı...
Fakat yorulduk; Maalesef, İslami ilimlerde usul üzere kalınmadıkça; yok meailciler, yok hadis inkarcıları, yok indirilen din yok uydurulan din… diye gereksiz/ilimsiz polemikler sürüp gidiyor bu toplumda.
Hasılı… İslam/El-Din adına Kur'an ve ayetle bağı olmak zorunda olan beyan ve buna tanık olan topluluk uygulamasıdır sadece KAYNAK olan. Çünkü KAYNAK bir norm, değer, hukuk kaynağıdır. Sanırım bilimsel çalışma, araştırma kaynağı ile hatta devletlerin yasa çıkarırken kullandığı kaynak ile DİN KAYNAĞI arasındaki bağlam ve fonksiyon farkını karıştırıyoruz. Örfü tespit amaçlı eski klasik metinlerdeki rivayetleri ısrarla Kur’an-Sünnet kaynağı içine yedirme gayretinde olanların gündemlerini bizzat dini konular vehmediyoruz. Zaten hadis ilmiyle biraz meşgul olan da bilir ki rivayetler ( yani ayet-beyan-sünneti meşhura kaynağı dışında) DİN KAYNAĞI kabul edilmezler. Onlar sadece ÖRF tespiti için kaynak malzemesidirler. Ve örfü yönetmek durumunda kalan devletlerin uygulamalarında meşruiyet aracıdırlar. Hatta İcma ve kıyas bile devletlerin örfü yönetmek amaçlı kullandığı devlet hukuku kaynağıdırlar. Değilse Vahyin kendisinden ve onun hukukundan sayılan fonksiyonda değiller. Zaten İslam-Örf ilişkisi kadar en kritik konulardan biri de devletlerin hukuklarına kaynaklık edecek usul ve kaynak listesi ile vahyin el-din için ortaya koyduğu kaynağın arasındaki ilişkiyi doğru denklemleştirmektir.
Dikkat! " Araplarda bu örf vardı!..." denebilir. Ancak bir çok örf gibi Kur'an buna rüşt-buluğ tarifi ile müdahale etti. İkinci dikkat " Arap örfü buydu. Peygamber de bu örfü yaptı! O dönem kusur değildi. Bunu kabul edin!..." yorumunu iki adres çok yapar: Biri Modern Oryantalizm ikincisi de Arap örfçüleri... Bu tuzağa düşmeyelim. Biraz daha metod üzere düşünelim... Başlığımız sert gelebilir. Ancak tarihsel gerçekliği olmayan ve üstelik usul dışı beyanlar bir yalandır. Bilerek yapılıyorsa; Allah affetsin!... Bilmeyerek yapılıyorsa; düzeltilir ve hayat devam eder.