Türkiye geçtiğimiz hafta zemini ve toplumsal tabanı yıllardır ilmek ilmek hazırlanmakta olan büyük bir operasyona Kayseri’den başlayarak maruz kaldı.
Kayseri’de başlayan operasyonda üretilen görüntülerin Suriye’nin Kuzeyinde, Türkiye’nin kontrolü altında bulunan bölgelerde tam aksi bir provokasyonu harekete geçirmesi aslında olayın kaçınılmaz sonucu gibi görünebilir, ama Kayseri’deki olayın da kendiliğinden, kaçınılmaz bir sosyal patlama olduğu kabul edilirse…
Oysa Kayseri’deki olay kendiliğinden gelişmiş değil. Kayseri halkının yıllardır mustarip olduğu iddia edilen Suriyeli mültecilere karşı asla doğal bir tepkisi olarak ortaya çıkmış değil. Mutlaka Kayseri halkı içinde Suriyeli sığınmacıların varlığından rahatsız olan, onların bir an önce evlerine gitmesini isteyen bir kesim vardır.
Mikrofon uzatıldığında eteklerinden bir sürü taş da dökülebilir, şu andaki işsizliğin de enflasyonun da toplumdaki bütün suçların da kadına karşı şiddetin artışının da yolsuzluğun da hastanelerdeki muhtemel hizmet aksamalarının da hepsinin sebebinin Suriyeli olduğunu bir çırpıda söyleyebilecek çok sayıda insan bulunabilir. Ama bu insanların var olması Kayseri halkının Suriyeli mültecilere karşı bu düzeyde bir öfkeyi bir sosyal patlamaya dönüştürebilecek bir kapasitesi olduğunu göstermez. Sadece Kayseri’de değil, Türkiye’nin hiçbir yerinde göçmen karşıtlığının böyle bir öfkeye kaynaklık edecek gücü yok.
Belki genel olarak haddinden fazla siyasallaştırıldığı, siyasilerin karlı bir alan olarak görüp kaşımaları ölçüsünde bu konudaki ilk kanaatler ciddi hoşnutsuzluklara dönüşmektedir, ancak bir sosyal patlamaya yol açacak boyutta asla değil. Bırakınız sosyal patlamayı, o kadar seçim yaşadık, Suriyeli sığınmacılar konusu muhalefet tarafından o kadar kaşınıp neredeyse seçimin öncelikli birkaç konusundan birisi haline getirildiği halde bütün seçimleri AK Parti kazanmaya devam etti.
Aslında 2019 seçimlerinden itibaren İktidar partisi bu ırkçı göçmen karşıtı homurtuları gereğinden fazla ciddiye aldı, hatta bu endişelere gereğinden fazla prim verdiği için bu konudaki söylemini ve siyasetlerini bile giderek, maalesef, sığınmacıyla mücadele politikalarına dönüştürdüğü halde İstanbul ve Ankara belediyelerini kaybetmekten kurtulamadı. Seçimleri kaybetmesinin sebebi asla insani sığınmacı politikaları değildi.
2019 İstanbul seçimlerinde iktidara karşı belli bir düzeye ulaşmış olan öfkenin içinde sığınmacılarla ilgili kısım devede kulak mesabesinde bile değildi. Nitekim seçimlerin iptaliyle yenilenen seçimlerde başta 12 bin seviyesinde olan fark 800 bine kadar çıkarken göçmen politikalarının bunda hiçbir rolü olmadığı aslında çok net bir biçimde görüldü. Aynı göçmen konusu 2023 başkanlık seçimlerinde yine gündemdeydi ve seçimlerin sonucunu tayin etmesi bekleniyordu ama hiç de belirlemedi, aksine Erdoğan yine seçimleri kazandı. Maalesef son yerel seçimlere gidilirken bu durum iyi teşhis edilip ayırt edilemedi.
Sığınmacılarla insani ölçülerin aşılması pahasına mücadele edildiği taktirde seçimlerin kazanılacağı zannedildi. Yapılan sıkı kontrollerle büyük şehirlerimiz Suriyeli sığınmacıların sokağa çıkamayacağı hale geldi. En ufak bir kimlik tereddüdü sergileyen şahıslar otobüslere doldurularak geri gönderme merkezlerine gönderildi. Suriyeli işçi çalıştıran İstanbul’daki işyerleri kapanma noktasına geldi. Kimliğini ve şehirdeki mevcudiyetini kanıtlamakta azıcık gecikenler kendilerini geri gönderme merkezlerinde, ardından Suriye’de buldu.
Seçimlere doğru gidilirken İstanbul ve Ankara’daki yabancı görünürlüğü azaltılmak suretiyle kamuoyuna (artık kimse bu kamuoyu) mesaj verilmesi hedeflendi. Ne var ki bu politikalar hiçbir şekilde zaten Suriyelilerden nefret eden ve gitmesini isteyen hiç kimsenin oyunu kazandırmadığı gibi, AK Parti’nin insani siyaset konusunda yıllardır kendisine bir kalite ve derinlik kazandıran duruşunu tahrif etti. AK Parti’yi AK Parti yapan ve onu medeniyetimizin ruh kökleriyle irtibatlı kılan damarlar bu lakayt uygulamalarla adeta kurutulmuş oldu.
Sığınmacıların, mazlumların, mağdurların duaları AK Parti ileydi. Şimdi gidin arayın bulun bulabilirseniz mağdurlara, gidin ulaşın ulaşabilirseniz mazlumlara, girin girebilirseniz o gönüllere, bir bakın o dua köprülerinin yerinde neler göreceksiniz. “Gel kalbime gir, orda felaket ne imiş gör” diyor ya şair. Sığınmacıların, mazlumların, mağdurların kalplerindeki, Allah ile aralarında bir vasıta bulunmayan sapasağlam meskenlerimizi bırakıp ne hizmet ne kardeşlik ne millet ne dostluk ne nimet bilen, hiçbir çabayı takdir etmeyen, kibirli-ırkçıların çorak kalplerine girmeye çalıştık. Giremezsin o kalbe. Gazze’ye kör, mazluma lakayt, komşusuna kem, zayıfa kahraman, güçlüye kul köle insanların kurumuş kalplerine girecek bir anahtar yok, onu ihya edecek bir şey yok.
Son zamanlarda uygulanan politikalarla adeta bu kalplere girilmeye, bu ırkçılar memnun edilmeye çalışıldı, ama onları memnun edelim derken ahlaki, insani zeminimizi kaybetmekle karşı karşıya kaldık. Fazladan olmak üzere bu ırkçılar şımardıkça şımardı. Daha fazlasını istemeye başladılar. Zaten Suriyelileri nihayetinde geri gönderebilmek için halkına karşı insanlık suçu işlemiş Esad ile bile temasların başladığının duyurulduğu günün ertesinde böyle bir operasyon geliyor. Operasyonu yapanlar bunun bir toplumsal hareket olduğu görünümü vermeye çalışıyor bunun yerleşik geleneklere, kimliğe ve karaktere sahip Kayserililerin kendiliğinden bir tepkisi olma ihtimali yok.
Günler öncesinden ırkçı siyasi partinin militanlarının Kayseri’de Suriyelilere ait ev ve işyerlerini tek tek fişleyerek, bunu da sosyal medyada yayınlayarak hazırlıklarını yapmış oldukları belli. Eylem alanına kamyonlarla insanlar taşınmış, hatta olayı tetiklediği söylenen videodaki eylemin tertibi de videonun yayına konulması da operasyonun parçası. Bu operasyonun Türkiye’ye neye mal olduğu konusunda sadece birkaç nokta: Türkiye’nin Arap dünyasında yıllardır işlediği gönül köprülerine kastedildi. Sadece bu görüntüler yüzünden on binlerce Körfez turisti Türkiye’ye seferlerini iptal etti. Yine Körfez’den çok sayıda ciddi yatırımcı Türkiye’deki yatırımlarını çekerek başka yerlere kaydırmaya başlamış durumda.
Daha önce yazmıştım bunu da. Bununla kalsa yine iyi. Artan Arap düşmanlığı, Türkiye’nin üzerine bir ırkçılık, yabancı düşmanlığı, güvenilmezlik, istikrarsızlık gibi algılar yapıştırıyor. Türkiye’nin Suriye’de yapmak istediği ve elbette hem ABD hem İsrail’in oyunlarını bozan bazı hamlelerini boşa çıkarma etkisi hedeflenmiştir. Bu hedefler inşallah tutmayacaktır ama bu yapılanın Türkiye’ye karşı taammüden böyle yıkıcı bir hedefe oynadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bu aşamada atılması gereken ilk adım bu operasyonun bütün boyutlarının araştırılması ve bir daha tekrarlamaması için gereken tedbirlerin alınmasıdır. Bunun için sığınmacılarla ilgili ırkçı siyaset bezirganlarını şımartıcı politikalardan geri dönmeli, insani siyasetin zeminini restore etmekle başlanmalı. Irkçıları razı etmenin kendinizden vazgeçmeyi gerektirmeyen bir yolu olmadığını bilmeli ve onları yok saymalı. Türkiye’ye en yıkıcı terör eylemlerinden daha fazla zarar veren, MOSSAD ve CIA’nın parmak izi bulunan bu eylemlerin bedeli mutlaka ödetilmeli ve bu kışkırtıcı eylem ve söylemleri yargılamanın yolu açılmalı.
Etiketler:
yasin aktay, suriye